Thursday, October 19, 2006

Yola Çıkma Zamanı - It is Time to Go


Sonunda yolculuğumuzu tamamlamış ve bir sürü komik anı ile evimize dönmüş bulunuyoruz. Detaylara girmeden önce bu seyahatin son derece enteresan bir tecrübe olduğunu ve hiç bu kadar az uyuyarak seyahat etmediğimi önceden belirtmekte fayda görüyorum. :)))
Bu yolculukta emeğigeçen, söz söyleyen, uyumayan ekip işte yandaki ekiptir (soldan sağa: Pınar, Burak, Serkan, Ayşe)

Ne düşündüğümüzü okudunuz, sonra nasıl değiştiğini gördünüz, şimdi ne hal aldığını okuyacaksınız:
07 Ekim 2006 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanında buluşmamızla başladık ve pasaport kontrolünden sonra duty free bölgesinde Arnoul' un düğünü için hediye almaya karar verdik (daha doğrusu kızlar karar vermiş ) ve çok güzel ve PAHALI el yapımı türk kahvesi fincan takımı aldık. Bunun yanında 2 karton da sigara aldık (o zamanlar sigara içiyorduk.) Aslında maceramızda bu kahve fincanlarının önemli bir rolü olduğunu daha öğrenecektik.
Kısa bir seyahattten sonra (1:20 saat) nihayet Belgrad' a ulaştık. Herşey normalde güzel bir havalimanı, pasaport kontrolü, para bozdurma, şehre nasıl ineceğiz rutin tartışmalarından sonra en doğru kararın havalanı servisi ile gitmek olacağına karar verdik. İngilizce bilmemesine rağmen otobüs şöförümüz son derece sıcak davrandı, güler yüzlüydü ve aynı zamanda bu o günün son otobüsüydü.



Otobüsten indikten sonra hostelimizi ararken hiç bilmediği bir şehirde gece karanlığında her turistin başına gelebilecek sıradan şeyler bizimde başımıza geldi: kaybolduk. Hiç panik yapmadık (ben bile) sakin sakin sorduk, soruşturduk, telefon ettik vs ve hostelin yerini tespit ettk ama bununla birlikte bir şeyi daha tespit ettik: Güzelim hediyemiz otobüste unutulmuştu (en azından bir öyle zannediyoruz ama o güzler yüzlü yardım sefer şöförümüz görmediğini söyledi)
Hosteli ararken şehirde savaşın kalan son işaretlerini görme fırsatı da bulduk (ne yazık ki)


Hostelimize varmamız ile check-in işlemlerini tamamlamız bir oldu ancak sırada yatak paylaşımı vardı ve bu adilane bir şekilde yapmamız gerekiyordu. Sonunda şanslı taraf belirsizdi çünkü adeta bir yayla kadar geniş yatak bize düşmüştü ancak yatağın bir özelliği vardı, battaniye üzerinde durmuyordu. Yani yaylada kıçımız dondu, peki diğer ekipte durumlar nasıldı? Her iki arkadaşımızda basketbolculardan 1-2 santim kısa olmaları itibari ile onlara düşen ranzalarda pek rahat edememişler, bir de pancurları tam kapattıklarından 'sabahın körü şehri gezeceğim' planları uyuyakalmaları nedeni ile iptal olmuş ama bu saf kulunuz bu uykunun gezi boyunca yeteceğini, bu ekibin bir daha hiç uyumayacağını bilmeden yolculuğuna devam etmişti.

No comments: